Köşemin kahramanı Kepez Devlet Hastanesi. Ama anlattıklarım sadece bu hastaneyle sınırlı değil… Benzerini defalarca gördük, duyduk, yaşadık. Ben bile bir zamanlar buna benzer bir davranışa maruz kalmıştım.
Yani ortada bir an değil; giderek büyüyen bir iletişim sorunu var.
Bugün Kepez Devlet Hastanesi’nde buna bizzat tanık oldum.
Bankonun önünde sıra bekleyen bir hasta yakını, numara veren tıbbi sekretere basit bir soru yöneltti. Aslında iki cümlelik, gayet sıradan bir bilgi talebi…
Ama beklenen olmadı.
Sekreter, sanki karşısındaki soru soran bir insan değil de gizli belgeleri çalmaya çalışan biriymiş gibi, sert ve ölçüsüz bir tepki verdi.
Hasta yakını önce şaşırdı. Sonra kırgın bir sesle, “Yanlış anladıysanız kusura bakmayın, sadece bilgi almak istedim” dedi.
Ancak devamı tam bir film sahnesi gibiydi.
Sekreter bu kez sesini yükselterek: “Ben size cevap vermek zorunda değilim! Burası danışma değil! Sizin gibi yüzlerce insan soru soruyor, sizinle muhatap olmak istemiyorum!”
Ortaya çıkan manzara bir anda gerildi. Sesler yükseldi. El kol hareketleri havaya kalktı. Mesai arkadaşları sakinleştirmeye çalıştı…
Sonra güvenlik çağrıldı.
Bir sekreterle hasta yakını arasındaki basit bir iletişim anı, bir anda öfke fırtınasına dönüştü.
Ama beni en çok etkileyen cümlesi şu oldu: “Abla sen hiç bir günde 900 hastayla muhatap oldun mu?”
Bu cümlenin altı çok şey söylüyor aslında…
Ya gerçekten dayanılmaz bir iş yükü var. Yada sistem çalışanları tükenme noktasına getirmiş.
Ne olursa olsun, sonuç çok düşündürücü.
Çünkü hastaneler sadece tedavinin yapıldığı yerler değil; İnsanların en hassas olduğu alanlar ve insan ilişkilerinin en yoğun yaşandığı yerler.
Orada bir insanın bir insana davranma biçimi çok önemli.
Evet, iş zor, sabır taşabiliyor.
Ama hiç kimseye, hiçbir görev, insan olmanın gerektirdiği nezaketi yok sayma hakkı vermez.
