“Korku, ıstıraptan bin kat daha müthiş. Hayal gücünün ışığına yaklaştıkça ruhta uzanan, büyüyen ve aslından daha korkunç bir gölge.”  Peyami Safa, u

Peyami Safa bu cümlesiyle, korkunun verdiği huzursuzluğu ve korkunun neden olduğuna inanılan sayısız felaketin yakında geleceğine yönelik zihnin hayal gücüne vurgu yapmaktadır... Bu vurgunun temeli zihnin çalışmasıyla insanın sessizleşmesini konu alır.  Sessizleşmenin denge halini sarsmada bir neden olarak kabul edildiği ön görülür ise, bu sarsıntı olmak istediğimiz  “Ben” i unutmamıza sebep olmaz mı?

      Duygular dikkatlice incelenip gözden geçirildikten sonra, yıkıcı güçlerinin çoğunu kaybeder. Kaygının yarattığı huzursuzluk ve kaygının yol açtığı sayısız felaketin yakında geleceğine inanma eğiliminin içinde iki durum daha gölgededir ve fark edilmeyebilir. Burada iki dokuya da zarar vermeyecek titiz bir ameliyata ihtiyaç duyulur.  Bunlardan ilki felaketlerin çoğunun gerçekleşmesi olası değildir; bir diğeri ise felaketlere uygun bağlamda bakıldığında o kadar da korkunç olmadığı görülür.

      Bedensel korku duyumu (otonom sinir sisteminin uyarılması, terleme, kalp çarpıntısı, baş dönmesi, kas gerginliği) ve cevaba eşlik eden olumsuz felaket düşünceleri son derece korkutucu görülebilir. Ancak bu korkuyu çabucak hafifletme konusundaki davranışlar; birçok sorunun gelişmesine, ruh sağlığının bozulmasına etki eden hastalıklara yol açabilmektedir.

     Dünyayı şimdiki haliyle değil, saniyenin onda biri kadar ölçüyle takip ederiz. Kaygılandığımızda, iki şey olma eğilimindedir. İlk olarak, bir tehlike altında olduğumuzu varsayarız. Çoğu zaman kaygılandığımızı hissettiğimizde; bir neden olarak, çevredeki bazı tehditleri bulmak için etrafa bakabiliriz. Onu bulamadığımızda, kaygı belirtilerimizin bir şeylerin yanlış gittiğinin işaretleri olduğunu düşünerek kendi içimize dönebiliriz. Sanki kötü hissettiğimiz için, bu yüzden işlerin kötü olduğu tutumuna kapılabiliriz. Buradaki sorunun bir kısmı, korku tepkimizin, ölümcül tehlikenin olduğu bir ortamda gelişen eski bir alarm sistemi olmasıdır. Böyle bir ortamda kayıp yaşamamak adına yanlış alarm (ölümcül olduğunu düşündüm ama zararsız olduğu ortaya çıktı) anındaki düşünce, tam zıttı olan düşünceden (zararsız olduğunu düşündüm ama ölümcül olduğu ortaya çıktı) bir adım önde hareket eder. Nispeten güvenli ortamımızda, bu eski sistem gereksiz yere aşırı tepki verme eğilimindedir ve bizi var olmayan bir tehlikeye karşı acilen uyarmaktadır. Uzun zamandır anlamlı bir işaret olan şey, şimdi çoğunlukla küçük bir gürültüye bile aşırı duyarlı bir hale gelmiş olabilir. Örneğin, geçmişte yükseklikler çoğunlukla gerçek tehlike arz ederken; şu an yüksek gökdelenlerin yapımı ve kullanımı oldukça fazla… Yine de görece yüksek bir yerden aşağıya bakıldığında hafif bir duyarlılık veya yükseklik korkusu hissedilebilir.

      İkincisi, kaygı hızlı ve bir anda yüksek rahatsızlığa dönüşme eğiliminde olduğundan; tahminimiz, bu keskin yükseliş eğiliminin süresiz olarak devam edeceği ve hiç düşmeyeceği yönündedir. Kaygının hızla ve şiddetle yükselişi; sanki o an bir şeyler yapmazsak, bedenimizde gelişen semptomların giderek dayanılmaz hale geleceğini düşünür, kötüleşeceğimize yönelik inançlar geliştiririz. Kendimizi buna ikna ettikten sonra, hızlı bir çözüm arama eğilimine gireriz, rahatsızlık hissetmemenin en hızlı kısa vadeli çözümü, duyguların ortaya çıktığı durumdan kaçmak ve daha sonra kaçınmak olduğuna inanırız. Bu iki durum hayat boyu çözülemeyen bir kriz gibidir.  Bu yanıt modeli sezgisel olarak mantıklıdır ve kısa vadede çalışma eğilimindedir. Ancak bu durum kişi için bir tuzak haline dönüşebilir. Bu tepki örüntüsüyle ilgili ilk sorun, artan korkulan durumdan kaçarak veya kaçınarak tepki verenlerin, kendilerine korkunun gerçekte nasıl davrandığını ilk elden deneyimleme ve öğrenme şansı vermemesidir. Bu durum davranışların yanlış varsayımlara dayandırılmasına ve devam etmesine neden olur.  Ancak  “kaygı” duygusu çoğu insanın varsaydığı gibi davranmaz. Hızla ortaya çıkma ve yükselme eğiliminde de olsa, ilerlemesi ne sonsuz ne de doğrusaldır. Başka bir deyişle, kaygılı durumda kaldığımız sürece kaygı artmaya devam etmez. Sonunda düzleşir ve sonra alışma gerçekleştikçe azalır. Tıpkı var olan her şeyin eninde sonunda sabaha kavuşması gibi.

     Diğer bir sorun; hayatta sıkıntı verici durumlara yönelik kısa süreli çözümler, genellikle uzun süreli sorunlara dönüşebilmektedir. Örneğin aşırı alkol kullanımı kısa süreliğine stresi azaltır, ancak uzun sürede stresten kaçınmak için içilmesi; alkolün stres etkeninden daha büyük bir sorun haline gelmesine sebep olur. Aynı şekilde, zaman içinde zararlı korku hislerinden kaçınmak, kaçınmanın bu zararlı hislerin olabileceğinden daha büyük bir sorun haline gelmesine yol açar. Bunun nedeni, kaçınmanın doğası gereği size yalnızca bazı şeylerden nasıl daha fazla uzaklaştırmasını öğretmesidir.



Çözüm iki yönlüdür. Öncelikle korkunu TANI… Ondan NEFRET ETME. Onu GÖZLEMLE. Ona YAKLAŞ. Onunla ARKADAŞ OL. Korku ağlayan bir bebek gibidir, sakinleştirmek için onu kucaklamak gerekir.

Korkuyla İlgili Beyninizi Anlayın: Başarısız olan çalışmalarınız hakkındaki düşüncelerle boğulduğunuzda, beynimizin korku merkezi olan amigdala, yönetici işlev merkezini (prefrontal korteks) etkili bir şekilde ele geçirir ve yeni fikirler üzerinde düşünmeyi zorlaştırır. Beyin bu süreci sakinleşmeye uyum sağlamak ve hayatta kalmak için yapması gerekir. Beyni bir eve benzetirsek korku anında sadece bir odasının ışıkları yanar evin geri kalanı kararır.

Kendinizi Korku Tepkisi Konusunda Eğitin: Kontrolden çıkmış gibi hissetmek, kontrolden çıktığınız anlamına gelmez. Korku sistemimiz bizi korumak için gelişti. Korku hissedebiliyorsanız, sistemleriniz çalışıyor demektir.

Kaygının Bedeninizin Neresinde Olduğunu Öğrenin. Nasıl bir his? Nasıl hareket ediyor? Korku deneyiminizi harekete geçirin. Kaçınma bozulmaya yol açarken, katılım dönüşümü kolaylaştırır.

 Kısa Vadeli Çözümler Yerine Uzun Vadeli Düşünün. Uzun vadeli çözüm, korkuyu yönetmeyi ve korkulu bölgede kendinizi yönetmeyi öğrenmektir. Bu işlem biraz zaman alacaktır. Bir süre rahatsız olacaksınız. Ancak beceriniz pratikle ve zamanla gelişecektir.

Kaygının 'Siz' Olmadığını ve Gerçeği Tam Olarak Temsil Etmediğini Unutmayın. O, deneyiminizin bir parçasıdır, tamamı değil, bir dünya olayı (DIŞ OLAYLAR) değil, bir zihin olayıdır.(İÇ DÜNYAMIZ)

Unutmayın ki Kaygı Hissederken Hayal Kırıklığı, Umut veya Merak Gibi Başka Hisleriniz de Vardır. Bu duygulara da dikkat etmeyi seçebilirsiniz. Kaygı duygusu bilgi sağlarken, değerli bilginin tek kaynağı değildir. Gerçekte neler olup bittiğinin tam ve adil bir temsilini elde etmek için cesaretinize, değerlerinize, uzun vadeli hedeflerinize, mantığınıza, geçmiş deneyim ve dünya bilginize de danışmanız önemlidir. Zamanla, gerektiği gibi anlaşıldığında kaygının korkulacak bir şey olmadığını göreceksiniz ve artık sizi korkutmayan kaygı tamamen ortadan kalkmayacak olsa da, hayatınızı kontrol etme gücünü gerçekten kaybedecek.

Üzerinde Düşünmenizi Beklediğim: Gerçek tehlike dışında korkulacak bir şey var mı?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.