Güney Haberci - Antalya'nın Bir Numaralı Haber Portalı
2018-02-05 12:53:39

Susuzluktan göç eden Akcan Ailesinin Öyküsü

Hilal KARA

05 Şubat 2018, 12:53

1972 yılında Aksu Murtuna köyünden, kuraklık yüzünden, Antalya’nın Doğu yaka Mahallesine göç eden ailelerden biri Akcan Ailesi. Kuraklığın had safhada olduğu, içilecek suyun dahi kuyulardan çok güç şartlarda elde edildiği zamanlar Yurt Pınar’da. Susuzluk insanoğlunun canına o kadar tak etmiş ki yerlerini yurtlarını suya kavuşmak uğruna bırakıp, başka yerlere yaşamlarını ve evlerini taşımak zorunda kalmışlar. Şimdi her yanı yemyeşil Yurt pınar mahallesi o zamanlar sadece çalılıktan ibaretmiş. Buğday ve pamuk dışında başka bir ürün vermeyen çorak topraklar, yıllar sonra yerin altından çıkarılan sondaj sulamasıyla hayat bulmuş.

Akcan Ailesi, Antalya’nın Doğu yaka Mahallesine göç ettiği vakit, burada 20-25 hane bulunmaktaymış. Herkesin birbirini tanıdığı, yoldan geçenin kim olduğu bilinen bir mahalle. Ve mahalleye yerleşen ailelerin ortak derdi ise su. Düden şelalesinin bir kolu hala bu mahallenin içinden geçiyor. Yerleştikleri vakit burada akan su daha gür ve koca mahallenin bütün su ihtiyacını karşılıyormuş. Şimdi anlatılanların tersine çok az bir kanaldan su akmakta. Yani koca çay inşaatların ve binaların sayısının artmasıyla yok olmuş. Su için gelenler, bu sefer de beton yığınları arasında kaybolan sularını özlüyor.

Bu hafta Hal Komisyoncuları Derneği Başkanı ve Akçan Tarım Firmasının sahibi Nevzat Akcan’ın anne ve babasının yaşadığı eve konuk olduk. Anne Ayşe Akcan ve Baba Abdurrahman Akcan’ın yaşam öykülerine yer verdik. 1970’li yıllardan bugüne kadar neler yaşamışlar tek tek anlattılar. Yine yokluk, yine hazin bir yaşam öyküsü. Çok çalışarak, temkinli harcayarak verilen yaşam mücadelesi. Toprağı işleyen, ağacı koruyan iki güzel insanın hikâyesini bu hafta sayfamıza taşıdık.

1950 yılında Yurt Pınar’da dünyaya gelen Ayşe Teyzemiz o yıllarda yaşananları anlattı;

1950 senesinde Yurt Pınar’da dünyaya geldim. 150 yıl önce dedelerimiz Yurt Pınar’a yerleşmişler. O zamanki adı Murtuna. Annem ben henüz beş yaşındayken vefat etti. Annem 25 yaşında hayata gözlerini yumduğunda kardeşim ve ben yetim kaldık. Bizi babam, anneannem ve babaannem büyüttü. O dönemler yokluk, kıtlık dönemleri. Babam hamur pişirir onu yedirirdi. Meyve yâda sebze diye bir şey yoktu.

Bir ayda bir lastik ayakkabı…

Sadece bir ayakkabımız olurdu o zamanlar “lastik pabuç” derdik, birkaç parçada kıyafetimiz vardı. Bütün varlığımız bunlar. Hiç unutmam, babacım bana lastik ayakkabı alacam diye söz vermişti. Antalya’ya gittiği vakit lastik ayakkabıların siparişini vermiş. Her gün babama soruyorum, benim lastik pabuçlarım ne zaman gelecek diye; babamda bana ’15 gün bir ay içerisinde gelecek kızım’ diyor, sevinçten gece gündüz yatamıyorum. Bir ay sonra ayakkabılarım geldi. Gece uyurken başımın ucuna koydum onları öyle uyudum.

Atla gelin gittim…

17 yaşına vardığımda artık evlilik yaşın geldi dediler. Beni Abdurrahman Akcan’a verdiler. Evlendik ve 4 çocuğumuz dünyaya geldi. Ben çok şanslı hissediyorum kendimi çünkü o zamanlar düğün dernek yok, beni ata bindirdiler, eşimin evine atla gelin gittim. 1972 yılında köyümüzde su olmadığı için Antalya’ya göç ettik. Şehirde yaşayacağız diye ayrıca çok heveslendik.

Şehirde de çiftçiliğe devam…

Yurt Pınar’da buğday, pamuk ekiyorduk. Antalya’ya geldik bulunduğumuz yerde su çok. Burada ilk defa küçük küçük seralarda sebze yetiştirdik, meyve ağaçlarımız oldu. Şehirde bile olsa çiftçiliğimiz devam etti. O zamanlar Antalya’da yüksek binalar yok, insanların çoğu çiftçilik ve hayvancılık yapıyordu. O gün, bugündür Antalya’da yaşıyoruz. Etrafımız yüksek binalarla çevrilmesine rağmen biz sabah uyandığımızda ayağımızın toprağa değmesinden memnunuz. Alışık olduğumuz hayata devam ediyoruz.

O Günleri yaşayan Abdurrahman Akcan amcamıza sözü veriyoruz, çocukluğunu ve Antalya’ya yerleşme hikâyesini birde ondan dinliyoruz…

1945 yılında dünyaya geldim. Atalarım Kölemenli Yörüklerinden. Çok uzun yıllar önce Murtana’ya yerleşmişler. Benim çocukluğumda aynı şartlarda geçti. 1972 yılında Antalya’ya gelmeden önce benim akrabalarım burada yaşıyorlardı. Beni en çok etkileyen su ve insanların elektrikli ortamlarda yaşamaları oldu.

Söz senetti bizim zamanımızda…

1972 yılında buradan ev aldığım vakit çok az param vardı. Yer sahibi ile iki yılda ödeyeceğime dair anlaştık. Bu anlaşmada ne senet vardı nede noter onayı. Çünkü o zamanlar söz senetti. Söz verdin mi o sözü yerine getiriyordun. Evi aldım, param sınırlı. Hem Antalya’da çiftçilik yapıyorum, hem de köydeki arazime buğday ve pamuk ekmişim onun için çalışıyorum.

2.5 liralık Pamuk oldu 10 lira…

Evin ilk toplu ödeme tarihi yaklaşıyor. Ben iki tarafta da harıl harıl çalışıyorum. 190 bin liranın 100 bin lirasını ödeyeceğim ay yaklaştı. Köyde 10 dönüm yerim var ve 10 dönümde ayrıca kiralamışım pamuk ekmişim ve buğday ekmişim. Vade yaklaşırken o sene (1973 yılı) Pamuk 2,5 liradan 10 liraya satış fiyatı çıktı. Dünyalar bizim oldu. Bütün borçlarımı ödedim.

Şimdi komşuları ile birlikte çok mutlu yaşayan Akcan Çifti geçmiş ve günümüzü de şöyle değerlendirdiler. Eski günleri bir daha yaşamak istemeyiz ama o yokluklar şimdi ki varlıkların kıymetini bize yaşatıyor. Keşke günümüzde bu kadar her şey çabuk tüketilmese. Biz her şeyin kıymetini değerini bildik. Doğanın, eşyanın, paranın, dostluğun ve yıllardır beraber yaşadığımız komşularımızın. Eskinin maneviyatı ve bu günün maddiyatı birleştirilirse yaşamın tadına doyum olmaz.

Evet, bu hafta ki konuklarımız Akcan Ailesi oldu. Suyun göç ettirdiği ailelerden biri. Suyun kıymetini en iyi onlar bilir.

İlçemizde bir Macun deresi vardı maalesef şimdi üzerine araçlarımızı park ettiğimiz bir beton yığını haline gelen. Macun deresi kötü kokuyor diye darağacına çekildi resmen, kanalizasyon çukuru haline getirilen dereyi beton yığınına çevirdik. O dereyi temizlemek, oraya akıtılan kanalizasyonun alt yapısını sağlasaydık şimdi hala pırıl pırıl akan bir deremiz olurdu. İnsanoğlu kendi eliyle yok ettiğinin hasretini çekiyor. Bugün betonlaştırdığımız dereler, yüzyıllar sonra gelecek neslin göç etmesine sebebiyet verebilir. Hızla büyümek, şehirleşmek, hızla betonlaşmak anlamı taşımamalı diye düşünüyorum. Betonlaşmanın kaçınılmaz olduğu günümüzde nefes alabilecek yerler aynı hızla korunmalı. Ağacı keserek, suyu kurutarak yaşamımızın ana damarlarını kestiğimizin farkında olarak hareket etmeliyiz.

İyi haftalar diliyorum

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.